Bir toplumun, bir devletin gelişmesindeki en büyük etken; onları idare edenlerin ortaya koymuş olduğu kuralın hakkaniyete uymasıdır. Konulan kural, kural koyucunun diğer bir ifade ile yasa yapıcısının bu kurala uyacağı beklenen toplumun yerine kendisini koyarak kuralı oluşturmadır. Böylelikle belki ideal hakkaniyet yine de oluşmasa da, en yakın hakkaniyetin olduğu değerlendirilebilir. İşte bu durumlarda yasa yapıcı koyacağı kuralları kendisinden önce koyanların deneyimlerinden yararlanarak bu anlayışı geliştirirse daha kabul gören bir kural koymuş olduğu söz konusu olur.
Eğer konulan kural gerekli tetkik ve uygulamalar sonucu yapılmış ise bu kuralın evrensel kural olmamasını hiçbir neden yoktur. Bu evrensellik ilkesini genel olarak uluslararası ilişkilerde görüyor ve baskın olan bir uygulama olduğu zaman itiraz ediyoruz. Ancak geçmişte güçlü olanların baskın olduğu düşünüldüğünde bugünün şikâyetleri ile geçmişin bir ortalaması alınarak geleceğe bir yol çizilmesi söz konusu olmaktadır. Bu nedenle Uluslararası kurallar ile muhatap olmadan önce bir toplum, bir devlet kendisi içinde yerel olarak uygulamaya koyduğu kuralların kapı açıldığında uluslararası kurallar olarak uygulanacağını düşündüğünde; hakkaniyet ölçüsünün en üst seviyede ele alınarak kuralların oluşturulmak zorunda olduğu ile karşılaşılır.
Bu manada toplumlar, devletler koydukları kurallara sahip çıkarak o kuralların gelişmesi için bir yandan çabalamaya devam ederken; diğer yandan o kuralları uygulayanlarda kendilerini devletin ve toplumun takip ettiğini öyleyse; kuralı koyanları da bu kuralların bağladığını söylemek mümkündür.
Bu karşılıklı uyum toplumun yapacağı bütün işlerde peşinen neler ile karşılaşacaklarını bilmelerini sağladığından atacakları adımlardan emin olarak yapmak istedikleri fiilleri gerçekleştirmeyi sağlar. İşte bunun sonucu kalkınma hamlesi başlar. Bu hamleyi aslında başlatan hakkaniyet anlayışı olan kurallardır.
İşte böyle bir dönemde gerçekleşen bir vakayı konumuza ekleyerek; Uluğ Başbuğ Kamâl ATATÜRK’ün gerek kuralın evrenselliğine, kuralı uygulayacak olan hâkimliğe, hâkimliğin özgür iradesine ve bir numaralı sorumlu olarak karşısında ki muhatabına verdiği yanıtı, lütfen okuyarak anlamaya ve Uluğ Başbuğ Kamâl ATATÜRK’ün adalette bile temsilinin nasıl gerçekleştiğini görelim:
«LOTUS» HADİSELERİ VE TÜRK HAKİMİNE MÜDAHALE KONUSU
Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras anlatıyor:
– Size, Atatürk’ün adalet anlayışını, Türk hâkimine verdiği değeri anlatabilecek bir hatırayı nakledeyim…
Bilmem yeryüzünde Atatürk gibi, Türk hâkiminin isine müdahale etmektense, harp hazırlığı yapabilecek bir insan daha var olmuş̧ mudur?
Bir gece Çankaya’da balo veriliyordu.
Atatürk, ben, zamanın ileri gelenleri, yukarıda bir odada oturuyor, baloya, muayyen bir saatte inmek üzere beklerken, konuşuyor, çeşitli memleket meselelerini müzakere ediyorduk.
Tam bu sırada, Paris Büyükelçimizden, «Acele» kaydı ile bir şifre geldi.
Şifre çözüldü.
Fransa Başbakanı Poincare, ültimatom mahiyetinde bir nota göndermişti.
Tam metnini hatırlayamıyorum, fakat aşağı yukarı şu mealde idi.
Lotus isimli bir Fransız gemisi, Boğazlardan geçerken, bir Türk gemisine çarpmış, gemiyi batırmış, bir miktar da insanın ölümüne sebebiyet vermişti.
Duruma, derhal, ilgili Türk hâkimi müdahale etmiş, suçlu bulduğu Lotus gemisi süvarisini de tevkif etmişti.
Fransız hükümeti, adeta kapitülasyon devrinde yaşıyormuşuz gibilerden, derhal Fransız gemisinin ve kaptanının serbest bırakılmasını, aksi takdirde, Fransız harp gemilerinin, açık sularda yakalayacakları Türk gemilerini tevkif edeceklerini şiddetli bir lisanla ihtar ediyordu.
Aramızda, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt da bulunmaktaydı.
Mahmut Esat bey, Atatürk’e, «Müsaadenizle Paşam, dedi, İstanbul’a telefon edip meselenin içyüzünü öğreneyim».
Fakat, Atatürk, buna da lüzum görmedi.
Bizler, mesele hakkında en ufak bir fikre bile sahip değildik.
Fakat, Atatürk, böylesine bir notaya cevap vermek için, hâkimden izahat almak ihtiyacını göstermedi.
– Lüzum yok, dedi.
Türk hâkimi, lâzım gelen ne ise yapmıştır.
Bizim, kendisine müdahale etmemize, hiç bir suretle imkân yoktur.
Sonra, kısa bir istişareyi müteakip, acele olarak, şifre ile verilmesi kaydı ile Fransız Hükümetine cevabını yazdırdı:
«Fransız Hükümetinin göndermiş olduğu notayı, teessürle aldık.
Türk Hükümeti, Fransız Hükümeti ile dostane münasebetlerin devamını, her zaman arzular, bu dostluğa değer verir.
‘Lotus’ gemisi hakkındaki ultimatom mahiyetindeki notanız karşısında, Türk Hükümetinin, hiçbir suretle Türk hâkimine ve Türk hâkiminin almış bulunduğu kararlara müdahale edebilecek durumda olmadığını, Türk hâkiminin, her türlü müdahaleden azade olarak, istediği şekilde karar vermek salâhiyetinde bulunduğunu belirtmek isterim.
Bu bakımdan, ileri sürülen konu, Türk Hükümetini değil, Türk hâkimini ilgilendirir.
Konu, adlî bir mesele olduğu cihetle, olsa olsa, Milletlerarası Lahey Adalet Divanında halledilmesi yoluna gidilmek icap eder.
Bütün bu iyi niyetlerimize rağmen, Fransız harp gemileri tarafından Türk gemilerine bir müdahalede bulunulduğu takdirde, Türk Hükümetinin, her türlü tecavüzü karşılamak için gerekli tedbirleri almış olduğunu arz ederiz.